Yapay zeka, artık teknik bir bilgisayar bilimi kavramı olmaktan çok, günlük hayatımızın önemli bir parçası haline geldi. Ses tanıma teknolojisiyle donatılmış kişisel asistanlar (Apple’ın Siri’si, Amazon’un Alexa’sı, Google Assistant), alışveriş siteleri, Netflix gibi online yayın platformları, sosyal medya mecraları ve bankacılık işlemleri gibi birçok alanda bazen farkında bile olmadan yapay zeka algoritmaları kullanıyoruz. Yani artık yapay zeka uygulamalarından izole olmuş bir yaşam çoğumuz için mümkün değil. Dolayısıyla hukuk dünyasının da bu uygulamalara kayıtsız kalması her geçen gün imkansızlaşıyor.

 

Hukuk, doğası ve amacı itibariyle kendisini yenilemeli, dönemin şartlarına uyum sağlamalıdır. İnsanla ve insanın yarattığı toplumla iç içe olan bir disiplin kendisini sürekli bir değişim içinde bulmalıdır. Toplumu iyi tanıyıp, toplumun ihtiyaçlarını dönemin şartlarına uygun olarak karşılayabilmelidir. Bu uğurda, çoğumuz hukukun teknolojiden beslenmesi gerektiğinin farkındayız. Teknoloji birçok alana entegre oldukça, teknolojiye bağlı hukuki uyuşmazlıkların artması da kaçınılmaz oluyor. Peki yapay zeka bu resmin neresinde?

 

Öncelikle yapay zeka ve hukuk bağlamında sadece bilgisayar bilimi ve hukuk disiplinlerine değil, psikoloji, sosyoloji, sinir bilim gibi birçok farklı disipline de dokunulması gerektiğini kabul etmeliyiz. Sadece kanunları ele almak bu alanda yeterli olmuyor. Buna ek olarak yapay zekanın nasıl çalıştığını anlamak için minimum düzeyde yazılım ve bilgisayar bilimi hakkında fikir sahibi olmak, bu sistemlerin insan zekası örnek alınarak yapıldığı göze alındığında minimum düzeyde sinir bilimden yararlanmak, ileri düzey yapay zeka sistemlerini anlamak ve için psikoloji alanına giriş yapmak ve en önemlisi Türk Hukukuna entegre edebilmek için hem Türk kanunlarına hem de Türk toplum yapısına hakim olmak gerekiyor. Dolayısıyla bir hukukçunun sadece bir yapay zeka sisteminden kaynaklanan hukuki meseleleri anlamak ve isabetli çıkarımlar yapmak için disiplinler arası çalışmalar yürütmesi gerekiyor. Aslında bu, birçok hukukçunun aşina olduğu bir durum. Her hukuki meselede bir hukukçu işin şartlarını, risklerini, genel prensiplerini ve detaylarını hesaba katmadan yani o işin doğasını öğrenmeden bir öngörü geliştiremiyor.

 

Peki neden yapay zekayı diğer bilgisayar programları gibi ele almıyoruz? Bu sorunun kapsamlı cevabını ancak mühendisler, bilgisayar bilimciler ve bu alanda teknik çalışmalar yürüten bilim insanları yapabilir. Ancak en basit anlatımla, yapay zeka sistemlerinin geleneksel anlamda bilgisayar programı olmamasının en önemli sebebi otonomluk. Buradan sadece tam otonom sistemleri veya robotları anlamamalıyız. Bir yapay zeka algoritmasının öğrenme yoluyla programcısının müdahalesi olmayan durumlarda dahi işlevini görebilmesi olarak düşünebiliriz. Sistem üzerinde insan müdahalesinin azalması, hukuki sorumluluk konusunda birçok tartışmaya yol açıyor. Başka bir deyişle, kendisi öğrenebilen, deneyim kazanan ve en önemlisi bunlardan yola çıkarak tıpkı bir insan gibi karar alan mekanizmalardan bahsediyoruz. Dolayısıyla tam otonom olmayan halleri dahi hukuki anlamda soru işaretleri yaratıyor.

 

İleri düzeydeki yapay zeka sistemlerinde ise hukuki durum, çoğu zaman mevcut sistemin yorumlanmasına veya yeni düzenleme ihtiyacına dayanıyor. Günümüzdeki yapay zeka uygulamaları kanun maddeleri yorum yoluyla genişletilerek çözüme kavuşturuluyor olabilir ancak bu durum, hem kanunun amacından saptırılmasına ve hukuksuzluğa yol açabilir, hem de otonomluk seviyesi arttıkça yani insan faktörünün önemi azaldıkça mevcut düzenlemeler tamamen yetersiz hale gelebilir. Bunun ana sebebi Türk Hukuku kapsamında tanımlanan, yüksek otonom seviyesi ve karar alma mekanizması olan sistemlerin bulunmamasıdır. Dolayısıyla, gün geçtikçe yeni yollara başvurulması kaçınılmaz hale geliyor. Bu teknolojilerin hukuki olarak düzenlenmesi hem denetimsizliği ortadan kaldırmak için gerekli, hem de bu çalışmaları yapan kişi ve kurumlara teşvik sağlanması açısından oldukça önemlidir.

 

Yapay zekanın hukuk sistemine katkısının yanında, yol açacağı hak kayıpları da büyük bir tartışma konusudur. Mesela bu sistemlerin tam otonom versiyonları günlük hayatta birçok işlemin süjesi haline geldiğinde hukuk dünyası nasıl bir yol izleyecek? Roma hukuku kişiler ayrımını takip etmeye devam mı etmeliyiz? Yapay zeka sistemleri bir mahkemede insanın verdiğinden daha hukuka uygun bir karar verebilir mi? Peki ya o zaman gerektiği durumlarda hakimin takdir yetkisini yapay zeka mı üstlenecek? Örf ve adetler birer kuralmış gibi kodlanacak mı? Veya bir yapay zeka sistemi tıpkı bir avukat gibi müvekkilinin haklarını sonuna kadar savunabilecek mi? Bu soruların hepsi bir süre daha hayatlarımızı meşgul edecek gibi duruyor. Ancak yeni nesil hukukçuların bu sorulara ilgisi, hukuk dünyasını cevaplara her gün biraz daha yaklaştıracak.